KOMÜNİZM'İN ALLAH İNANCINI YOK ETME HEDEFİ
ALLAH İNANCINI YOK
ETME HEDEFİ
Allah inancı olmadığı için
bireyin kendisine manen bağlanıp güvenebileceği kimse yoktur.
Darwinist-komünist devlet bireyi sürekli ezer. Toplumun diğer bireyleri ise
sahip olduklarını her an ellerinden alabilecek potansiyel düşmandır.
Dolayısıyla komünist toplumda bireyin güvenebileceği tek kişi kendisidir, ama
kendisinin de zayıf olduğunu bildiği için kendisine de güvenemez, böylece yoğun
bir ümitsizlik hakim olur. Bu yüzden komünist toplumların bireylerinin bıkkın
ve sürekli hayatlarından şikayet eden bir yapıları vardır, ama hiçbir şeyi
değiştirmek için uğraşmazlar.
Komünist toplumda insanların aklı kapalı olduğu için yaşamın
her yerinde işte, okulda, evde, eğlencede aksaklıklar vardır. Sadece
kendilerine öğretildiği kadar hareket edebilirler (hayvanlar gibi) ve bu
nedenle hiçbir olay ve sorun karşısında orijinal ve yeni bir çözüm
getiremezler. Zaten aksi takdirde de çok şiddetli karşılık görürler.
Düşünmeyen insanlar yüzünden organizasyon yoktur, kaynaklar
verimli kullanılmaz. Kaynaklar, -Lysenko örneğinde çok çarpıcı olarak görüldüğü
gibi- ütopik hayaller ve hedefler uğruna israf edilir.
Komünist toplumda, toplumun en temel birimi olan aile de
tahrip edilmiş durumdadır. Gerçek anlamda evlilik yoktur. Sadece çiftleşme ve
neslin devamı vardır. Evlilik, güzel ahlakın yaşanması değil, neslin devamıdır.
Çocuğa ailesi değil, devlet ya da kendi nitelendirmeleriyle "sürü"
bakar. Çocuk; savaşacak, sürüyü koruyacak yeni kuvvet olarak görüldüğü için, bu
şekilde eğitilir. Anne yaşadığı ortamdan, evinden nefret ettiği için
vahşileşir, bu da çocuğa yansır. Çocuklar aile sevgisinden mahrum büyüdüğü için
saldırgan ve karamsardır. Evde de sevgi saygı yerine, kavga hakimdir. Çocuğun
güveneceği kimse yoktur.
Nikah, sadakat, iffet gibi kavramların olmadığı, sadece
çiftleşme mantığının hüküm sürdüğü toplumda fahişelik çok yaygındır.
Komünist toplumu yöneten polis devletinin baskısı, vicdanın
ve Allah korkusunun yerini tutamaz. Bu yüzden suç oranları yüksektir, toplumda
hırsızlık vakaları yaygındır. Fabrikalar, tarlalar, kooperatifler topluca yağma
edilir. Böylece suç ortaklığı oluşacağı için kimse kimseyi şikayet edemez.
Her ne kadar komünist ideolojinin ırkçılıktan uzak olduğu
iddia edilse de, komünist rejimlerde ırkçılık yaygındır. Örneğin Sovyetler
Birliği'nde Rus olmayan halklara, özellikle Müslümanlara ve Türkler'e karşı
ırkçı bir antipati gelişmiştir. Darwinist ırkçı teori gizliden gizliye
benimsenmiş, Türkler ve diğer Müslüman halklar "evrimini tamamlayamamış
etnik gruplar" olarak görülmüş ve sürgün adı altında kitle katliamlarına
tabi tutulmuştur. Katliam, komünist ideolojiye göre "doğanın
diyalektiğinin", yani evrimin doğal bir parçasıdır.
Komünist düzende insanlar sadece ürün veren hayvanlar olarak
kabul edilir. Özellikle köylülere karşı nefret ve küçümseme hakimdir. Marx,
köylüleri "patates çuvalları" olarak tanımlamış, Lenin ve Stalin de
–önceki bölümde detaylı olarak incelediğimiz gibi- milyonlarcasını kasten
açlığa mahkum ederek öldürmüştür. Onlara göre köylüler sadece tahıl, pamuk vs.
üreten hayvan sürüleridir. Ürettiklerinin ellerinden alınması
(kollektivizasyon) ise, balarılarının ürettiği balın toplanması kadar meşru ve
makul görülür.
Yukarıda
anlatılanlar aslında dinsiz toplumların bir özetidir. Allah inancı olmayan
toplumlarda, -hangi isim altında olursa olsun- yukarıdakine benzer bir yaşam
kaçınılmazdır. Çünkü bu tür toplumlarda insana Allah'ın yarattığı, ruh sahibi
bir varlık olarak değer verilmez. İnsanlar birbirlerini -baştan beri
belirttiğimiz gibi- ölümle birlikte yok olacak maddeler, biraz gelişmiş
hayvanlar gözüyle değerlendirirler. Bu yüzden de toplumda huzur, barış,
güvenlik, dayanışma, kardeşlik yaşanmaz. Herkes mümkün olduğunca kendi çıkarını
korumaya, kendi yaşamı için kazanç sağlamaya çalışır. Kimse kimsenin sağlığını,
huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez,
buna engel olmaya çalışmaz. Aynı şekilde dinsiz toplumlarda adil yöneticiler,
toplumun faydası için çalışan insanlar bulmak da mümkün değildir. Her birey
bulunduğu mevkide kendisi için ulaşabileceği en büyük çıkarı elde etmeye
çalışır.
Oysa Kuran
ahlakında insanlar birbirlerine Allah'ın birer kulu olarak değer verirler.
İyilik yapmak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi işler yapıp
hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırlar. Ahirette güzel bir
yaşam umut ettikleri ve Allah'ın "...
bir sadaka vermeyi veya iyilikte
bulunmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenler... Kim Allah'ın
rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir vereceğiz." (Nisa Suresi, 114) ayetini bildikleri
için, daima iyi davranışlarda bulunurlar. Ve bunları da insanlardan bir çıkar
beklentisiyle değil, karşılığını yalnızca Allah'tan bekleyerek yaparlar. Allah,
bu örnek ahlakı, bir Kuran ayetinde şöyle tarif etmektedir:
Kendileri, ona duydukları sevgiye
rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak
Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne
bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden
korkuyoruz."
(İnsan Suresi, 8-10)
0 yorum: