KOMÜNİZM GERÇEKTEN YIKILDI MI ?
Komünizm Gerçekten
Yıkıldı Mı?
Yasemin Akbıyık
Günümüzde komünizm gizli perdelerin
ardında hala yaşamaktadır. Şu an Rusya başta olmak üzere eski Varşova Paktı
ülkelerinde komünizm iktidardadır; Rus devleti aslında hala klasik komünist
yapıdadır. Türki Cumhuriyetler, Rusya’nın kontrolü altındadır. Bu anlamda SSCB
fiilen durmaktadır. Çin hala Mao’nun fikirlerini, “yegane doğru” gibi
görmektedir.
Küba, Kuzey Kore ve Vietnam’da da komünizmin etkisi açıktır. Müslüman kimliğiyle bilinen, hatta İslam Cumhuriyeti ismi taşıyan çeşitli Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ise koyu komünist kadro, halkı, kapitalist bir yaşam içinde iyice ezmekte; üstelik bir yandan da halk üzerinde şiddet ve zulüm politikası uygulamaktadır. Doğu Avrupa’nın büyük bölümünde ve hatta bazı Batı Avrupa ülkelerinde komünist veya sosyalist partilerin iktidara gelmesi zor değildir. İktidara gelecek bu partilerin, eğer uygun sosyal şartlar oluşursa kalıcı bir komünist rejim tesis etmeleri de olasıdır. Tüm bu olaylar bir tek gerçeği göstermektedir: Komünizm yıkılmamıştır.
Komünizm İsim Değiştirerek
Varliğini Devam Ettirmektedir
Komünizm,
yönetimi altındaki ülkelerin toplumsal yaşamında son derece olumsuz etkiler
meydana getirmiştir. Bu ideoloji insanlara -Allah’ı tenzih ederiz- Allah’ın
varlığını inkar eden, dinden uzaklaşarak her türlü manevi ve ahlaki değeri hiçe
sayan acımasız, adeta cehennem gibi bir yaşam sunmuştur. Allah korkusu olmayan,
insanları öldükten sonra yok olacak maddeler olarak algılayan bir anlayış
toplumlara telkin edilmiş ve bunun sonucunda da tarihin en insanlık dışı yapılarından
biri meydana getirilmek istenmiştir. Eski Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Bloku
ülkelerinde ve Kızıl Çin’de gözlemlenen bu etkiler, komünist sistemin
oluşturduğu toplum modelidir. Günümüzde her ne kadar bu sistemin yıkıldığı
iddia edilse bile komünist ideolojinin çağımızdaki vahşet örnekleri hala
gözlenmektedir.
Varşova Paktı İsim
Değiştirmiştir ve Bu Değişiklik Komünizmin Bir Taktiğidir
Günümüzde
Darwinizm’den güç alan komünizmin artık bir tehlike olmadığını, yıllar önce
çöktüğünü zannedenler büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü komünizm
yıkılmamış, diyalektik materyalizmin en önemli ilkesine uygun olarak
hedeflerinden uzaklaşmış gibi bir görüntü çizmiştir. Buna en somut örneklerden
biri Varşova Paktı’nın yıkıldığını ileri sürmeleridir.
Bilindiği gibi
Varşova Paktı 1955’te Varşova’da, sekiz sosyalist ülkenin imzaladığı “Dostluk,
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması” adı ile kurulan askeri ve siyasal
bir birlikti. Bu birliğin oluşmasında 1949’da kurulan NATO’nun, askeri
etkinliklerini artırması ve silahlanmaya hız vermesi önemli bir etken olmuştur.
Komünist ülkeler, NATO’nun gücüne karşı sözde kendilerini korumak,
karşılıklı bağlarını güçlendirmek amacıyla bu paktı kurmuştur. Ancak paktın
asıl amacı komünizmin yayılmasına katkıda bulunmaktır. Nitekim söz konusu pakt
Macaristan, Çekoslovakya ve Afganistan’ın işgalleri gibi önemli siyasal
olaylarda askeri unsur olarak yer almış, Macaristan, Çekoslovakya’yı çok büyük
bir zulüm ve askeri şiddet uygulayarak komünist bloka dahil etmiştir. Aralık
1979’da işgal ettiği Afganistan halkına ise 9 yıl boyunca büyük bir şiddet
ve zulüm uygulamıştır.
Başta S.S.C.B
olmak üzere Varşova Paktı ülkelerinin komünizmi yaygınlaştırmak için
izledikleri siyasi politika, zaman içinde etkisini başta bazı Ortadoğu ve Kuzey
Afrika ülkeleri olmak üzere Üçüncü Dünya Ülkesi olarak adlandırılan ekonomik
bakımdan geri kalmış ülkeler üzerinde de göstermeye başlamıştı. Nitekim Varşova
paktının siyasi politikası Asya’da Çin, Kamboçya, Kuzey Kore ve Vietnam’ın
komünist bloka geçmesine neden olmuştu. Bir yandan da, komünizmin
sömürgeciliğe, sosyal ve ekonomik adaletsizliğe karşı olduğu yönündeki
propoganda da SSCB ve Varşova Paktı ile işbirliği ilişkisi kuran Afrika, Orta
ve Güney Amerika ülkelerinde etkili olmuş ve komünizmi özgürlük ve eşitlik
kahramanı haline getirmiştir. Bu ülkeleri iç huzursuzluğa ve gerilla
savaşlarına iten, iç savaşa sürükleyen siyasi istikrarsızlığın temeli de budur.
NATO ise bu oluşuma karşı askeri ve ekonomik işbirliğini arttırmanın yanı
sıra derin devletler oluşturarak, mafya yapılanmalarını teşvik ederek,
atom bombası nükleer denizaltılar ve uçak gemileri yaparak komünist hareketi
ortadan kaldırmayı planlayan büyük bir girişim hazırlamıştır. Bu durum
karşısında komünistler taktik değiştirerek, “komünizm yıkıldı, Varşova Paktı çöktü” iddialarını gündeme getirmişlerdir.
Oysa Sovyetler
Birliği’nin ve Doğu Bloku’nun dolayısı ile Varşova Paktı’nın çöküşü
komünistler için, sadece “Marksizm’in yanlış bir yorumunun çökmesi” olarak yorumlanır. Aslında bu noktada komünizmin sinsi taktiklerinden biri
karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Marksizm’e göre komünizmin kalesi
durumundaki Rusya’nın devrim öncesi şartlarının feodalizm olduğu, kapitalizm
yaşanmadan komünizme geçilemeyeceği iddia edilmektedir. İşte “Komünizm çöktü, Varşova Paktı
yıkıldı” yalanları komünistlerin,
kendilerince, tarihi sıralamalarının (kapitalizmden komünizme geçiş)
bozulmasından kaynaklandığını iddia ettikleri aksaklığı yeniden
düzenlemek istemelerinden kaynaklanır. Bu nedenle başta Rus halkı olmak üzere
eski Varşova Paktı üyesi ülkelerin halklarını mafyanın eline vermişler ve
klasik bir kapitalizmin yaşanmasına ortam hazırlamışlardır. Kurdukları bu
sistemle halkı yoğun olarak ezdirmekte ve onlara “başka çözüm yok, tek çözüm komünizm” dedirtmeye çalışmaktadırlar. Komünistler ileride atacakları kanlı ve
zalim adımlar için pusuda beklemektedirler. Bu pusudaki bekleyiş Shanghai Bloku
adı altında kurulan yeni komünist blokun oluşmasıyla son bulmuştur.
Yeni Komünist Yapılanmanın
Adı: Shanghai Bloku
Sovyetler
Birliği ve Varşova Paktı dağıldıktan sonra, bölgede oluşan komünist boşluğu
doldurmak ve yapılanmayı yeniden örgütlemek amacıyla komüzmin kalesi
durumundaki iki ülke; Çin ve Rusya aralarındaki işbirliğini artırmışlardır.
Nitekim Putin, örgütün kuruluş amacını gerek Münih Güvenlik Zirvesi’nde
gerekse de Shanghai İşbirliği Örgütü’nün Ağustos 2007’deki Bişkek Zirvesi’nde
ifade etmiştir. Bunu, ABD’nin tek güç olarak bulunmasına karşı olduğunu
bildiren “tek kutuplu
dünya kabul edilemez” sözleri ile özetlemiş ve
örgütün komünist yapılanmayı organize eden örtülü amacını kamuoyuna
duyurmuştur. (Milliyet:
11.02.2007)
Shanghai
Bloku’nun kurulmasında ve gelişiminde aktif rol oynayan Çin ise halen
komünist yönetim altında olduğundan örgütün kuruluş amacını gizleme gereği dahi
duymamıştır. Nisan 1996’da Şanghay’da toplanan Rusya ve Çin dışında, komünist
yönetim altındaki eski SSCB ülkeleri Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın
katılımı ile Shanghai Bloku kurulmuş, 2001 yılında diğer SSCB ülkesi
Özbekistan’ın katılımıyla Shanghai İşbirliği Örgütü adını almıştır. Blok
2004’te Moğolistan, 2005’te Pakistan, Hindistan ve İran’a gözlemci statüsü
vermiş, Belarus ve Sri Lanka’nın ise diyalog ortağı ünvanı almasıyla etki
alanını genişletmiştir. Nitekim 10 ülkeden oluşan bu komünist bloğun
günümüzdeki etki alanı 37 milyon km² ile Avrasya’nın %74’ünü, 2,7 milyarlık
toplam nüfusu ile de dünya nüfusunun % 40’ını oluşturmaktadır. Örgütün,
Kalkınma Bankası kurma, bölgede ortak para birimine geçme, askeri tatbikat
düzenleme gibi siyasi, ekonomik ve askeri alandaki işbirliği çalışmaları ise
eski Varşova Paktı’nın yerini aldığı ve komünist blokun yeniden güçlendiği
sinyallerini açıkça haber veren delillerdendir.
İran ve Suriye
gibi Ortadoğu ülkelerine de NATO’nun müdahale edememesinin nedeni işte budur.
NATO büyük bir kargaşa çıkmasından ve Shanghai Bloku ülkelerinden çekindiğinden
herhangi bir şekilde bu blokun kontrolündeki yerlere müdahale edememektedir.
Kısacası komünist blok ve yapılanma tabeladaki ismi değiştirilmiş olarak hala
durmaktadır.
Komünist Blokun
Temsilciliğini Yapan Shanghai Bloku, Varşova Paktının Uyguladığı Vahşet ve
Baskı Politikasını Devam Ettirmektedir
Komünist
blokun kontrolü altında olan ülkelerin genel politikalarına baktığımızda
komünizmin vahşet ve baskı politikasının devam ettiğini anlamak çok zor
değildir. Çin Kamboçya, Kuzey Kore, Vietnam, Küba ve eski S.S.C.B
ülkelerinde yaşayan halklar komünist vahşetin şiddetini hala yaşamakta,
komünist blokun etkisi altında kalan ülkelerin yönetimi altındaki çoğunluğu
Müslüman olan Doğu Türkistan, Kırım, Kerkük, Moro, Patani,
Arakan, Afganistan, Keşmir Filistin gibi bölgelerde de bu vahşet korkunç
boyutlarda hissedilmektedir.
Komünist
Shanghai Blokunun etkisi sadece eski komünist ülkelerdeki halk üzerindeki
vahşetini sürdürmekle kalmamış, Müslüman kimliğiyle bilinen, hatta İslam
Cumhuriyeti ismi taşıyan ülkeleri de hakimiyeti altına almıştır. Nitekim bu
ülkelerin genel politikalarına baktığımızda bunu anlamak çok zor değildir.
Örneğin İran, Suriye, Mısır ve diğerleri daima dünyadaki komünist ülkelerle
işbirliği içinde olmuşlardır. Komünizmin bu ülkelerde gerçekleştirdiği vahşi
uygulamalarının bazıları şunlardır:
IRAK: Komünist ve Stalinist Baas Partisi’nin önde gelen bir militanı olan Saddam
Hüseyin yönetimindeki Irak, 1988’de kuzeyindeki Halepçe köyünü kimyasal silahlarla
vurmuştur. Gerekçe, sözde otoriteye boyun eğmemeleridir. Bunun sonucunda
köyde yaşayan yaklaşık 5000 sivil Kürt vatandaş, kimyasal silahın yakıcı
etkisiyle feci şekilde can vermiştir. Bu vahşi olay hafızalardan hala
silinmemiştir. İran’a karşı başlattığı savaşın sonunda ise Irak’ın 17 milyonluk
nüfusundan 1 milyonu ölmüş veya yaralanmıştır. Halkın 1 milyonundan fazlası da
ülkeyi politik ve ekonomik sebeplerle terk etmek zorunda kalmışlardır. Irak
yıllar süren bu savaşın sonunda bir harabeye dönmüştür.
LİBYA: Avrupa’da Darwinist-materyalist eğitim
almış bir Arap olan Muammer El Kaddafi, Darwinizm’in merkezi olan
İngiltere’de eğitim almış ve 1969 yılında bir grup alt rütbeli askerle birlikte
bir darbe gerçekleştirmiş, resmi adı Libya Arap Sosyalist Büyük Cemahiriyesini
kurmuştu. Kaddafi, Ekim 2011’de iktidardan indirildiğinde ise Libya’da iç
savaş bitmiş ancak 30.000 kişi hayatını kaybetmiş, 4.000 kişi ise kaybolmuştur.
SURİYE: Günümüzde Suriye’de tertemiz
Müslüman halkın maruz kaldığı şiddetin tek sebebi yine komünizmdir. İç
karışıklıklar gece gündüz bir kısım basında mezhep kavgaları şeklinde lanse
edilse de, aslında şu anda Suriye’de komünistlerle Müslümanların çatışması
vardır. Suriye, Hafız Esad döneminden beri Marksist-komünist zihniyetle yönetilmektedir
ve bu yönüyle Arap sosyalizminin en önde giden temsilcilerindendir.
Hatırlanacağı gibi Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler içindeki Hafız Esad
yönetimi Arap Sosyalist Baas Partisi’nin savunduğu komünist ideoloji dışındaki
tüm görüşlerin savunulmasını yasaklamıştı. Tüm İslami hareketlere kısıtlamalar
getirilmiş, İslami liderler tutuklanıp şehit edilmiş, Müslümanlar büyük baskı,
zulüm ve işkence görmüşlerdi. Hafız Esad ve kardeşi Rıfad Esad 1982 yılında
Suriye’nin Hama ve Humun şehirlerinde 40 bin Müslümanı katletmişti. Şu an Hafız
Esad’ın oğlu Beşer Esad’ın liderliğindeki Suriye’de her gün kesintisiz olarak
gerçekleştirilen katliamlar, ülkeye hakim sosyalist-komünist ideolojide
herhangi bir değişiklik olmadığını ispat eder niteliktedir. Suriye’de kadınlara
tecavüz, çocuk, genç yaşlı ayırt etmeden ölünceye kadar dövme, ayaklarından
tavana asma gibi vahşi işkence yöntemleri uygulayan Esad yönetimi, bunun yanı
sıra evlere baskınlar, camilere saldırılar, hakaretler, hiç bitmeyen tacizlerle
Müslüman halkı yıldırmayı hedeflemektedir.
İRAN: Komünist blokun en önemli
temsilcilerinden biri olan İran’da, İslami bir yönetim varmış gibi görünmesine
rağmen geri planda Marksist-komünist anlayış hakimdir. Hatırlanacağı gibi “İran
İslam Cumhuriyeti” bir devrimle oluşturulmuştur. Bu devrim, bir komünist parti
ile birlikte yapılmıştır ve bu devrimle komünist bir anlayışın yerleştirilmesi
amaçlanmıştır. Bunu yapılan eylemden de anlamak mümkündür. “Devrim”, komünist
bir kavramdır. İslam ile devrim kelimesi asla bağdaşmaz. Dolayısıyla “İran
İslam Cumhuriyeti” ismi, gerçekte aldatıcıdır. İran’daki yönetim gerçekte
İslami bir yönetim değildir. Rejim komünist olduktan sonra halkın
Müslümanlıktan bahsetmesi, kimliklerinde Müslüman yazması veya ülke yönetiminin
İslam Cumhuriyeti olarak anılması komünistler açısından bir şey
değiştirmemektedir. Onlar, Darwinist, materyalist ve komünist ideolojinin
gereklerini zaten bu ülkelerde sorunsuz şekilde uygulamaktadırlar. Dolayısıyla
yollarına devam etmektedirler
Bu birkaç
örnekte de görüldüğü gibi Kuran ahlakına uygun sevecen, sıcak, barışçıl,
dostane üslup yerine söz konusu ülkelerde genelde sevgiden ve şefkatten uzak,
saldırgan savaşa ve çatışmaya eğilimli, kan dökmeyi arzulayan komünist bir
üslup hakimdir.
Müslüman
ülkeler 20. yüzyılda İslam ahlakıyla yönetilmemişlerdir. Yönetim kadroları
Darwinist, komünist ve totaliterdir. Askeri kadrolar komünist eğitimden geçmişlerdir.
Yani Müslüman olmalarına rağmen eski Sovyetler Birliği ya da Doğu Bloku
ülkelerinden herhangi bir farklılıkları yoktur. Bölgenin geri kalmışlığının
sebebi de, yıllardır Darwinist- materyalist çevrelerce telkin edilmeye
çalışıldığı gibi İslamiyet değil, bu komünist zihniyet nedeniyle İslam
ahlakının yaşanamamış olmasıdır. Günümüzde, Arap dünyasında yönetimi elinde
bulunduran kadrolar ve halk, bu Darwinist, komünist eğitimin etkisinden yeni
yeni kurtulmaktadırlar.
Dünya Tarihinin En Büyük
Komünist Yapılanmasının Son Bulması İçin Komünizme Karşı Verilecek Fikri
Mücadele Tek Etkili Yöntemdir
Komünizm ve
Darwinizmin tek zayıf noktası fikri mücadeledir. Fikri mücadele karşısında bu
ideolojiler, tuzun suda eridiği gibi erirler. Fikri mücadele en hassas
damarlarıdır. Bu nedenle komünizmin hastalıklı düşüncesinden kurtulmanın tek
çözümü Kuran’dır. Ancak öncelikli olarak felsefi yönden Marksist, Leninist,
Darwinist ve materyalist dinin yok edilmesi, bir anlamda putlaştırılan bu
düşüncelerin silinmesi gerekir. Bunun için de Darwinizm’in iddialarının
mantıksızlığının anlatılması şarttır. Çünkü put dururken din anlatılmaz.
Nitekim Kuran’da bildirildiği üzere, mübarek Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
Kabe’deki putları kırmış, Hz. Musa (a.s.) bazı Musevilerin put edindiği dökme
buzağıyı yakıp küllerini denize savurmuş, Hz. İbrahim (a.s.) kavminin edindiği
putları yine parçalayarak yok etmiştir ve bunun sonrasında din ahlakı
tebliğ edilmiştir.
Kuran’da Yüce
Allah’ın peygamber kıssalarında örnek verdiği bu yöntem, günümüzde de
komünistlerin putu olan Marksist–Darwinist düşüncenin yıkılması ile devam
edecektir. Bunun için öncelikli olarak bu batıl ideolojilerin, felsefelerin
yıkılması, çürük ve temelsiz fikirler olduğunun bilimsel olarak açıklanması bu
düşüncenin çökertilmesi için yeterli olacaktır. Bunun arkasından da komünist
telkinin tam aksi yönünde insanları Allah’a iman etmeye ve yalnızca O’na kulluk
etmeye davet etmek, İslam dininin güzelliğini, insan sevgisi, barış ve adalet
üzerine kurulu olduğunu anlatmak gerekir. Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s.)’ı
örnek göstererek kullanılması gereken tebliğ yöntemini de şöyle bildirmiştir:
“Onlara
İbrahim’in haberini de aktar-oku: Hani babasına ve kavmine: “Siz neye kulluk
ediyorsunuz?” demişti. Demişlerdi ki: “Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli
onların önünde bel büküp eğiliyoruz.” Dedi ki: “Peki dua ettiğiniz zaman onlar
sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?”
“Hayır” dediler. “Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (İbrahim) Dedi ki:
“Şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü? Hem siz hem de eski
atalarınız?” (Şuara Suresi, 69-76)
0 yorum: