KOMÜNİST İDEOLOJİNİN TOPLUMSAL YAŞAMA ETKİLERİ
Komünist İdeolojinin Toplumsal Yaşama Etkileri
Komünist
ideolojinin bu bölümün başından bu yana belirttiğimiz bağnaz yapısı, 20.
yüzyıldaki komünist rejimlerin toplumsal yaşamında son derece olumsuz etkiler
meydana getirmiştir. Allah'ın varlığını inkar eden, Allah'ın dininden
uzaklaşarak her türlü manevi ve ahlaki değeri hiçe sayan acımasız, adeta
cehennem gibi bir yaşam sunmuştur. Allah korkusu olmayan, insanları öldükten
sonra yok olacak maddeler olarak algılayan bir anlayış toplumlara telkin
edilmiş ve bunun sonucunda da tarihin en insanlık dışı yapılarından biri
meydana getirilmek istenmiştir. Sovyetler Birliği'nde, Doğu Bloku ülkelerinde
ve Kızıl Çin'de gözlemlenen bu etkiler, komünist sistemin oluşturmak istediği
toplum modelinin, aynen materyalist-Darwinist teoride öngörüldüğü gibi, bir
"hayvan sürüsü" olduğunu ortaya koymaktadır.
Komünist
toplumların bazı temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
Komünist toplumlarda insanlar, Darwin'in evrim teorisi ve
Engels'in "doğanın diyalektiği" masalı uyarınca, gelişmiş bir havyan
türü olarak kabul edilir. Dolayısıyla toplum da bir "havyan sürüsü"
sayılır. Toplumu hayvan sürüsü sayan bu anlayış, komünist rejimlerin her
aşamasında ortaya çıkar. Sistemin geliştirdiği insan, "insan–hayvan-makine"
arasında kalan cansız, ruhsuz, donuk bir varlıktır.
Komünist sistemde, insana değer verilmez. "Zaten sürüde
çok var, bir tane kaybolsa bir şey olmaz" mantığı geçerlidir. Çalışamayan
ya da sakat olanlar sürüden atılır, ölüme terk edilir. Hastalıklı ve zararlı
olarak kabul edilir. Af, merhamet, vefa duygusu yoktur. Bu nedenle herkes
yaşlılıktan ve yok edilmekten korkar. Yaşlılara özen ve saygı gösterilmez,
aksine "fillerin ölmeden önce mezarlığa gitmesi gerektiği" gibi
acımasız bir düşünce aşılanır.
Toplum tıpkı sürüdeki hayvanlar gibi, tek tip insanlardan
oluşur. Aynı kıyafetler, aynı tipte arabalar, aynı tipte evler vardır. Tüm
topluma büyük bir monotonluk hakimdir. Sporcu, sanatçı, akademisyen, işçi hep
birbirinin aynı, tek tip bir yaşam modeline sahiptirler. Evler hayvansal birer
barınak, kıyafetler ise "soğuktan koruyacak post" mantığıyla yapılır.
Estetik tamamen terk edilmiştir.
İnsanların bireysel özellikleri değil, topluluğa verdikleri
güç ve katkıları ön plana çıkar. İyi çalışan işçi, iyi çalışan köylü ideal insandır.
Sistem sadece maddi bir kavram olan "çalışma ve üretme" kavramları
üzerine kuruludur. "Üretmek sürüyü güçlendirmektir" mantığı
geçerlidir. İnsanların ahlakı, niyeti, ruh hali hiçbir zaman dikkate alınmaz.
Hayatı yaşam mücadelesi olarak gören bu zihniyette,
zayıfların yok olmasında bir sakınca yoktur, bilakis bu gereklidir. Hayvanlarda
bile var olan fedakarlık olmadığı için, herkes önce kendini düşünür, bu nedenle
toplum ilerlemez. İnsanlar merhametten uzak olduğu için toplumun huzur ve barış
içinde olması mümkün değildir. Şefkat yoksunluğu ve merhametsizlik, gelecek
korkusuyla birleşince toplumda umutsuzluk ve karamsarlık hakim olur.
İnsanlar, sürü psikolojisi içinde daimi bir korku yaşarlar.
Çok çabuk her olaydan korkarlar. Kapı önündeki pardesülü adamdan korkarlar,
müdürün karşısına çağrılmaktan korkarlar. Korkunun kaynağı belirsizdir, kimse
onu tanımlayamaz, ama en alttan en üste kadar herkes korkuyu yaşar.
Dahası toplumda Allah korkusunun yerine konmuş çeşitli
"korku merkezleri" vardır. Örneğin Sovyetler Birliği'nde kurulan KGB
(ve onun öncüsü olan Cheka, NKVD gibi gizli servisler), tüm topluma ölümcül bir
korku salan kurumlar olarak çalışmıştır. Bu kurumların "herşeyi gördüğü ve
bildiği" düşüncesi topluma hakim olur. Bu kurumlar tamamen "orman
kanunları"na dayalı bir ayıklama sistemi geliştirir, hiçbir yargılama ve
savunma hakkı tanımadan milyonlarca kişiyi ölüme gönderebilir.
l Allah korkusu sistemli olarak yok edildiği için, insanlar
ancak sistemden korktukları kadar tutkularını engellerler. Sistem görmeyecekse
ya da cezalandırmayacaksa her türlü gayrı meşru işi yaparlar. Hırsızlık,
yolsuzluk, zimmete geçirme had safhadadır.
Yaşadıkları ortamdan kaynaklanan kaygı, korku ve panik,
halkı stres içine sokar. Geceleri uyuyamazlar, gündüzleri herşeyden tedirgin
olurlar. Bedenler hemen çöker. Yoğun baskı ve ağır yaşam şartları kadın ve
erkeği genç yaşta çökertir ve kimi zaman da erken yaşta ölümlere sebep olur.
Umutsuzluktan dolayı, sahip oldukları nimetlerden bile zevk alamazlar. Ancak
içkiyle kafalarını uyuşturur ve yarı sarhoş bir halde cehennem benzeri bir
yaşam sürerler.
İnsanlar öldükten sonra yok olacaklarına inandıkları için,
yaşama dört elle vahşice sarılırlar. Herkesi düşman ve kendi yaşam
mücadelesinde rakip gördükleri için, her hareketi kendi aleyhlerinde yorumlar
ve kin tutarlar. Toplu olarak ilerleme kavramı olmadığı için, birbirlerinin
üstüne basarak yükselmeye çalışırlar. Herkes birbirine ihanet ettiği için
aralarında dostluk kuramazlar ve herkes tek başına bir yaşama mahkum olur.
0 yorum: