SÜRGÜNLER VE ÇALIŞMA KAMPLARI
Sürgünler ve Çalışma Kampları
Stalin,
komünizme direnen Ukraynalıları kıtlık yoluyla öldürürken, diğer pek çok halkı
da sürgüne göndererek katletti. "Sürgün" adı altında yapılan bu
uygulamalar, milyonlarca insanın hayatına mal oldu. Başta Kırım Türkler'i olmak
üzere, Sovyetler Birliği içindeki pek çok azınlık, bir gecede evlerinden silah
zoruyla söküldüler ve binlerce kilometre uzaklardaki ölüm tarlalarına
gönderildiler. Sadece yolda ölenlerin sayısı yüz binleri bulmaktadır.
Bir
komünist parti görevlisinin bu sürgünler hakkında kaleme aldığı aşağıdaki
notlar, sürgünün Sovyet dilinde "toplu cinayet" anlamına geldiğini
göstermektedir:
29
ve 30 Nisan 1933'te, Moskova ve Leningrad'dan trenle bize iki konvoy
sınıfsızlaştırılmış unsur gönderildi. Konvoylar, Tomsk'a gelince mavnalara
yüklenerek biri 18 Mayıs'ta, diğeri 26 Mayıs'ta, Obi ve Nazina ırmaklarının
koylarındaki Nazino Adası'na götürüldü. Birinci konvoyda 5070, ikincisinde 1044
kişi olmak üzere, toplam 6114 sürgün vardı. Taşıma şartları korkunçtu: yiyecek çok az ve çok kötü; yer kapasitesi
ve solunacak hava yetersiz; en zayıflara musallat olan hastalıklar… Sonuç: günde, ortalama 35-40 kişilik bir ölüm
oranı. Bununla birlikte, bu koşullar, mahkumları Nazino Adası'da
bekleyenlerle karşılaştırıldığında gerçekten lüks sayılırdı. Nazino Adası,
üzerindeki tek bir ev bile bulunmayan tamamen bakir bir yer… Yiyecek, tohum,
alet yok. Yeni yaşam böylece başladı. İlk konvoyun gelişinin ertesi günü, 19
Mayıs'ta, kar yağmaya başladı, rüzgar sertleşti. Acıkmış, zayıflamış, başlarında dam, ellerinde alet… bulunmayan
mahkumlar, kendilerini çaresiz bir durumla karşı karşıya buldu. Soğuktan
korunabilmek için, sadece ateş yakabiliyorlardı. Yavaş yavaş ölmeye başladılar… ilk gün, 295 ceset gömüldü…
Sürgünlerin adaya gönderilmesinin ancak dördüncü ya da beşinci günü, yetkililer
gemiyle kişi başına yalnızca birkaç yüz gram düşen un gönderdi. Bu acınacak
kadar az olan tayınlarını alanlar, kıyıya koşuyor ve şapkalarında,
pantolonlarında ya da ceketlerinde, bu unun birazını sulandırmaya çalışıyordu. Fakat, çoğunluğu unu olduğu gibi yutmaya
çalışıyor ve çoğunlukla da boğularak ölüyordu. Adada geçirdikleri günler
boyunca mahkumlar, azıcık bir undan başka bir şey alamadı. En beceriklileri,
peksimet pişirmeye çalıştı, ancak ellerinde hiç kap yoktu… Kısa zamanda,
yamyamlık olayları belirdi…39
Robert
Conquest The Harvest of Sorrow (Hüzün
Hasadı) adlı kitabında, Stalin dönemi sürgünlerini şöyle anlatır:
15 yaşına kadar olan çocukların yüzde 20'si, genellikle de küçük çocuklar sürgün
sırasında öldü. Özellikle de 1940'larda azınlık milliyetlerin toplu
sürgünlerinde bu durum yaşandı. Tabii ki sürülenler içerisinde çok farklı
fiziki duruma sahip olanlar vardı, mesela hamileler. Sürgün treninde doğum
yapan bir annenin bebeği öldüğünde askerler onu hareket halindeki trenden aşağı
atardı. Bu sürgünler varacakları yere nadiren varabilirlerdi. Genellikle
bölgesel kasabalarda kalırlardı…
Archangel'de
tüm kiliseler kapatılmış ve sürgünler için hapishane olarak kullanılıyordu.
Köylüler yıkanamıyordu ve vücutları çeşitli yaralar ile doluydu. Kasabada
yardım için yalvarıyorlardı. Ancak halk
onlara yardım edilmemesi konusunda kesin emir almıştı. Hatta ölüleri bile
toplanamıyordu. Kasaba sakinleri, korku içinde kendilerini hapsediyorlardı.
Vologda şehrinde de 47 kilise tamamen sürgünlerle doluydu. 40
Sürgünlerin
yanında kullanılan bir diğer kitle katliam yöntemi ise çalışma kamplarıydı. Daha önce de belirttiğimiz gibi Rusça'da
"gulag" adı verilen toplama kampları, genellikle Sibirya gibi
öldürücü şartların hakim olduğu bölgelerde kuruldu. Sovyet yönetimine karşı
olduğu düşünülen milyonlarca insan tutuklanarak gulaglara gönderildi. 1928 ve
1953 yılları arasında (Stalin döneminde) gulaglara toplam 30 milyonun üzerinde
insanın gönderildiği hesaplanmaktadır. Bunların üçte ikisinden fazlası, yani en az 20 milyon insan bu kamplarda
hayatını yitirmiştir. Açlık sınırında yaşatılan ve günde 14-16 saat
çalıştırılan tutuklular, kamp gardiyanları tarafından basit bahanelerle idam
edilmiştir. Bazı tutuklular kasten aç bırakılarak açlıktan ölmüş, bazıları yetersiz
beslenme ve korkunç yaşam şartları nedeniyle bedensel olarak çökerek can
vermiştir. Paramparça ve son derece ince kıyafetlerle Sibirya soğuğunda
çalıştırılan pek çok tutuklu da donarak ölmüştür. Gulag mahkumlarının donma
yüzünden, önce el ve ayak parmaklarının düştüğü, kulak veya burunlarının
"kırılarak" koptuğu, bu şekilde yüz binlerce insanın acı çekerek
öldüğü, bilinen gerçeklerdir. Ünlü Rus Yazar Aleksandr Solzhenitsyn The Gulag Archipelago, 1918-1956 (Gulag Takımadaları,
1918-1956) adlı kitabında bunun benzeri dehşet örneklerini anlatmaktadır.
0 yorum: