KOMÜNİZMİN DONUK DÜNYASI
KOMÜNİZMİN DONUK DÜNYASI
Komünist
ideolojinin önemli bir özelliği de son derece tutucu, donuk, katı ve renksiz
bir insan ve toplum modeli oluşturmasıdır. Bunu anlamak için, öncelikle
komünizmin insana bakışını hatırlamak gerekir. Komünizmin temeli olan materyalist
felsefe, bir önceki bölümde de vurguladığımız gibi, insanı sadece maddeden
ibaret bir varlık olarak görmektedir. İnsan ruhunun varlığı reddedilmekte,
insan bilincinin sadece "hareket halindeki madde"nin bir ürünü olduğu
ileri sürülmektedir. Dolayısıyla, materyalizme göre insan sadece gelişmiş bir
makinedir. İnsanın sahip olduğu bütün düşünce ve duygular, bu makinenin
içindeki kimyasal reaksiyonların bir sonucu olarak kabul edilmektedir.
Bir başka deyişle,
materyalistler, hücrelerin ve hücrelerin organelleri oluşturan şuursuz
atomların şuur sahibi olduğunu, düşünme, görme, duyma yeteneğine sahip
olduğunu, güzellikler karşısında hayranlık, kötü olaylar karşısında üzüntü
duyduğunu iddia etmektedirler. “Düşünce ve duygular hareket halindeki maddenin
ürünüdür” demek, tam olarak bu anlama gelmektedir. Bu insanlara, “bir atom
düşünebilir mi?” diye sorsanız, elbette size “hayır” derler. Ama atomların
biraraya gelip beyni oluşturduklarında, düşünme yeteneği kazandıkların
zannetmektedirler.
Dahası Marxist ideolojide, insanların sahip oldukları tüm kültür
ve bilincin de, maddi etkenlere dayandığı varsayılmaktadır. Komünizme göre insanın etrafındaki maddi
dünyadan ayrı, bağımsız bir bilinci yoktur. Aksine, insan bilincini tamamen
içinde yaşadığı maddi dünya belirler. Marx,
"insanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini
belirleyen sosyal varlıklarıdır" diye iddia etmiştir.54 Marx'ın fikri öncülerinden Ludwig Feuerbach
ise "insan, ne yiyorsa odur"
diyerek aynı materyalist mantıksızlığı özetlemiştir. Yani bu kişiler,
yaratılışı inkar etmek uğruna, hücrelerin, ve hücrelerin organellerini
oluşturan şuursuz atomların şuur sahibi olduğunu, düşünme, görme, duyma
yeteneğine sahip olduğunu, güzellikler karşısında hayranlık, kötü olaylar karşısında
üzüntü duyabildiklerini iddia etmektedirler. "Düşünce ve duygular hareket
halindeki maddenin ürünüdür" demek, tam olarak bu anlama gelmektedir. Bu
insanlara, "bir hücre düşünebilir mi?" diye sorsanız, elbette size
"hayır" derler. Ama "hücreler biraraya gelip beyni
oluşturduklarında düşünme yeteneği kazanırlar" gibi anlamsız bir iddiayı
öne sürmekten de çekinmezler.
Marxistler bu maddeci önyargıları nedeniyle, insan toplumlarını da
maddi kıstaslarla değerlendirirler. Maddi bir anlam içeren "sınıf"
kavramı üzerinde çok dururlar. Sınıf, bir toplumdaki farklı ekonomik
tabakalardır ve Marxistler'e göre tek önemli kıstas budur. Örneğin, Maxizm'e
göre, işçiler tek bir sınıfı, yani "proleterya"yı oluşturur.
Kapitalistler ise "burjuvazi" sınıfını meydana getirir. Marxist
iddiaya göre, her işçi aynı elverişsiz ekonomik şartlarda yaşadığına göre aynı
"proleterya bilincini" paylaşmalı, her kapitalist aynı zenginlik
içinde yaşadığı için aynı "burjuva" bilincine sahip olmalıdır. Bir
işçinin veya bir fabrika sahibinin, kendi bağımsız karakteri veya dünya görüşü
nedeniyle diğerlerinden bambaşka bir bilince sahip olabileceği kabul edilmez.55
Bu bakış açısının doğal bir sonucu, insanların belirli maddi
kategorilere ayrılması ve bu maddi kategoriler içinde değerlendirilmesidir. Bir
Marxist için sadece "burjuvazi", "küçük burjuvazi",
"proleterya", "emperyalist", "komprador" gibi
kategoriler vardır. Ve en önemlisi, bu kategoriler tamamen maddi faktörlere
dayanmaktadır. Bir insan işçiyse, bir fabrikada kol gücüyle çalışıyorsa, o
insanın varlığının tek belirleyicisi yaptığı bu iştir. Eğer bir tarlada çalışan
köylü ise, bu kez de sahip olduğu tek bilinç, "köylü bilinci"dir.
Bu bakış açısı nedeniyle Marxistler, tarihin akışını belirleyen
tek etkenin "üretim biçimleri" olduğunu iddia ederler. Karl Marx'ın
ünlü eseri Das Kapital, tüm tarihi,
üretim biçimlerine göre yorumlayan bir çalışmadır. Marx'a göre ilk başta
avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan "ilkel komünal toplum" varken,
tarıma geçilmesiyle birlikte "köleci toplum" doğmuş, ardından üretim
biçimindeki yeni değişikliklerle birlikte "feodal toplum" gelişmiş,
makinelerin icat edilmesiyle birlikte yeni bir üretim biçimi olan sanayi
doğunca da, "kapitalist toplum" ortaya çıkmıştır. Marx'ın iddiasına
göre, din, devlet, hukuk, aile, ahlak gibi kavramların hepsi, üretim
biçimindeki farklılıklarla doğmuş ve değişiklik yaşamıştır.
Marxizm'in bu dar görüşlü tarih teorisinin yanlışlığı, şimdiye
kadar pek çok düşünür tarafından detaylı şekilde izah edilmiş ve nitekim
yaşanan somut örneklerle de ispatlanmıştır. Bu nedenle burada Marxist tarih
görüşünün geçersizliğini izah etmeye gerek görmüyoruz. Ancak üzerinde durmak
istediğimiz önemli bir nokta, söz konusu maddeci yaklaşımın ortaya çıkardığı
tutucu, donuk, katı ve renksiz insan modelidir.
Gerçekte insan ruhu, Marxistler'in sandığı gibi, maddenin bir
ürünü değildir. Aksine, madde dediğimiz varlıklar ruh tarafından görülür,
duyulur ve hissedilir. Dolayısıyla insan ruhunun içinde bulunduğu durumun maddi
şartlar tarafından belirlenmesi mümkün değildir. İnsanın ruhu, onu yaratmış
olan Allah tarafından verilmiş çeşitli özelliklere (akla, kavrama yeteneğine,
duygulara, isteklere, eğilimlere) sahiptir. Bu özellikler, insanın içinde
bulunduğu şartlar her ne olursa olsun değişmez, sadece farklı şekillerde ifade
edilir. Tarihteki ilk insanın istek, duygu, düşünce ve mantığı nasılsa, günümüz
insanınınki de öyledir. Tek değişen, kullanılan araçlardır.
İlk insanı yaratan Allah, ona da günümüzdeki insanlarla aynı
özellikleri ve yetenekleri vermiştir. Bu yüzden insanlar bulundukları döneme,
yüzyıla, mekana göre farklı bilinç seviyelerine sahip olmazlar. İnsanların
bilinç seviyesi, kendilerine verilen düşünme yeteneğini kullanmalarına,
vicdanlarını harekete geçirmelerine göre değişir. Bu gerçeğin bilincinde olan
müslümanlar, kendilerini zamanla, mekanla, ortamla veya belirli ideolojik
fikirlerle sınırlandırmazlar. Allah'ın Kuran'da emrettiği gibi karşılaştıkları
herşey üzerinde düşünür, incelikleri kavramaya, güzellikleri görmeye
çalışırlar. Allah iman eden insanların bu bilincini Kuran'da şöyle tarif
etmiştir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard
arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın
yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı
orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun
eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten
ayetler vardır. (Bakara
Suresi, 164)
İşte bu sebeple Allah'a iman eden insanların ufku çok geniş olur.
Daima özgür düşünürler. Bu sebeple sanatta ve estetikte uçsuz bucaksız bir
çeşitlilik oluşturabilirler.
Marx ve onu izleyenler ise, bu gerçekleri kavrayamadıkları için,
insan bilincini "sınıf bilinci" gibi son derece dar ve hayali bir kalıba
sokmaya çalışmışlardır. Ulaşabildikleri herkesi bu hayali kalıplara göre
düşünmeye ve yaşamaya zorlamışlardır. Bu nedenle de Marxizm, her yerleştiği
ülkede insan ruhunun ifade biçimi olan sanat ve estetik kavramlarını
dondurmuştur. Komünistler, on milyonlarca insanı acımasızca katlettikleri gibi,
insanlığın sanat, estetik, bilim, düşünce gibi vasıflarını da bir anlamda
öldürmüşlerdir.
0 yorum: