KOMÜNİST SANATIN DONUKLUĞU
"Komünist Sanat"ın
Donukluğu
Dünya üzerindeki ilk Marxist rejim, Ekim 1917'de gerçekleşen
Bolşevik Devrimi ile Rusya'da kuruldu. Önce Lenin'in ardından da Stalin'in
demir yumruğu ile yönetilen ülkede, bütün toplum komünist ideolojiye göre
yeniden şekillendirilmeye başlandı. Komünistlerin el attığı alanların biri,
kültürün en önemli unsurları arasında yer alan sanat, estetik ve mimariydi.
Devrimin hemen ardından, "proleterya sanatı" kavramı ortaya atıldı. Komünizmi benimseyen
sanatçılar Iskusstvo Kommuny (Komün
Sanatı) adlı bir dergi etrafında toplandılar ve "proleterya kültürüne
hizmet edecek sanat eserleri üreteceklerini" ilan ettiler. Benzer bir
düşünce, Proletkult (Proleter
Kültürü) adlı dernekte de sergileniyordu.
"Proleterya sanatı"nın ne anlama geldiği, çeşitli
tartışmalarla şekillenmeye başladı. 1920'lerin başından itibaren, Tatlin ve
Rodchenko gibi önde gelen Rus sanatçıları, "sanatçı, proleteryanın sorunlarına pratik çözümler üreten bir teknisyen
olmalıdır" tezini savunmaya başladılar. Lenin'in de onayını gören bu
tez, sanatın bilinen pek çok dalını "proleterya açısından yararsız"
görüyor ve dışlıyordu. Örneğin Tatlin ve Rodchenko, çizilen sanatsal bir resmin
bir işçinin günlük yaşamına hiçbir şekilde katkı sağlayamayacağını belirtmiş ve
buna dayanarak da resmin geçersiz bir sanat türü olduğuna karar vermişlerdi!
1921 yılında bu yeni sanat anlayışı "constructivism"
(inşaacılık) olarak tanımlandı ve Sovyetler Birliği'nin resmi sanat politikası
gibi görülmeye başlandı. Bu anlayışın öncüsü Tatlin, resim gibi
"yararsız" sanatlar yerine, ev ve mobilya tasarımı gibi
"yararlı" çalışmaların gerektiğini savunuyordu. Proleterlerin, yani
Rus işçilerinin çalışma saatleri sırasında "en az ağırlık ve hammadde ile,
en çok ısınma ve hareket yeteneği" sağlayan kıyafetler giyebilmeleri için
tasarımlar yapmıştı. Yine aynı anlayışla, "en az yakıtla en çok ısı
verecek fırın tipi" tasarımı yapmıştı. Böylelikle
"proleterya"nın yaşamına yeni katkılar sağlayacaktı.
Sanatçıların hepsi Tatlin gibi "mühendisleşmiş"
değillerdi. Ancak onlar da "proleterya sanatı"nı benimsediler ve
komünist ideolojiye hizmet edecek işlere el attılar. Dönemin Sovyet
sanatçılarının hemen hepsi, işçi kulüplerinde ve "sovyet" adı verilen
küçük meclislerde kullanılması için işçi posterleri, afişler ve sloganlar üretme
yarışına girdiler. Tüm bu tasarımlarda ortak temalara yer veriliyordu: Kaslı
kollarıyla ellerinde orak veya çekiç tutan gürbüz Sovyet köylü ve işçileri,
kendilerini saran zincirleri parçalayarak ayağa kalkan öfkeli proleterya
figürleri, kızıl bayrakların gölgesinde ve Lenin'in önderliğinde koşturan
silahlı askerler...
Bu yeni sanat anlayışının özelliği, "estetik" kavramının tamamen gündemden çıkarılması, hatta
zararlı bir "burjuva" alışkanlığı olarak görülmesiydi. Yapılan
tüm resimler, heykeller, posterler, dekor ve mimari tasarımlar, özellikle
estetikten uzak, soğuk, donuk ve kaba hatlarla doluydu. Encyclopædia Britannica'daki tanımla, komünist sanata tam bir
"anti-estetizm" hakimdi.
Stalin döneminde bu sanat anlayışı daha da tutucu bir hale geldi.
Stalin rejimi "Sosyalist Realizm"
adını verdiği bu donuk sanat anlayışını resmi bir politika haline getirdi.
Sosyalist realizm, "Soyvet devriminin prensiplerini (yani komünist
ideolojiyi) proleteryanın günlük yaşamı içinde gerçekçi olarak yansıtan"
bir sanat anlayışı olarak tarif ediliyordu. Sosyalist realizme göre yazılan
romanlarda komünist militanlar, kararlı, cesur, fedakar olarak gösteriliyor ve
bu militanların sözde örnek mücadelesi anlatılıyor, Sovyet işçi ve köylülerinin
devrim sayesinde sözde ne kadar "mutlu" oldukları tarif ediliyordu.
Gerçekte devrim halka mutluluk değil açlık, baskı ve ölüm getirmişti, ama
"Sosyalist Realizm" sanatçıları, bunun tam aksini tasvir etmekte
hiçbir sakınca görmüyorlardı. Sosyalist Realizm, aslında realizmin
(gerçekçiliğin) değil, hayalciliğin ve romantizmin ifadesiydi. Encyclopædia Britannica'daki tanımla,
"Sosyalist Realizm, kitlelerin
bilincini etkilemek için kişileri ve olayları idealize etmek ve onlara belirli
bir kutsallık kazandırmakla, romantizme dayanıyordu."
Sosyalist Realizm 1932 yılında, Stalin rejiminin kanlı günlerinde
tanımlandı ve 1980'li yıllara kadar da Sovyetler Birliği'nin resmi sanat
politikası olarak kaldı. Tüm bu dönem boyunca, Sovyet sanatına komünizmin
donuk, soğuk ve durağan atmosferi hakim oldu. Sovyet rejimi, uluslararası
alanda itibar kazanmak için sanatçılarını teşvik ediyor, yeni sanat eserleri
oluşturulmasına büyük önem veriyordu, ama oluşturulan tüm bu eserler,
"Sosyalist Realizm" denen dogmatik yaklaşım nedeniyle hep son derece
dar, zevksiz ve çirkin kalıplar içinde kalıyordu. Sosyalist Realizm, Sovyetler
Birliği'nin yanında, 1949'dan itibaren komünist bir rejime geçen Çin'de de
uygulandı ve aynı donuk ve kaba sanat anlayışını meydana getirdi.
Oysa gerçekte Rus toplumu, çok büyük sanatçılar yetiştirmiş, muhteşem
sanat eserlerine, mimari harikalara imza atmış bir toplumdu. Devrim öncesi
dönemde St. Petersburg kentinde kurulan dünyaca ünlü Hermitage Müzesi, muhteşem
bir sanat kolleksiyonu içeriyordu. Ama komünizm Rus sanatını 1917'de dondurdu,
hatta çok daha gerilere götürdü.
Komünist sanatın söz konusu donukluğu, başta da belirttiğimiz gibi
komünistlerin dünya görüşünü oluşturan materyalist
felsefenin bir sonucudur. Materyalist felsefe, daha önce de izah ettiğimiz
gibi, insanı sadece bir madde yığını olarak gören ve herşeyi de maddeye
indirgemeye çalışan yüzeysel bir düşüncedir. Materyalist felsefenin sanata
uygulanması ise, diğer her alanda olduğu gibi, bu alanda da tam bir fiyaskoya
neden olmuştur. Çünkü gerçekte sanat, Allah'ın insanoğluna verdiği estetik zevki,
güzelliğe olan hayranlık gibi duyguların ifade biçimidir. Güzel sanat
eserlerinin ortaya çıkması için, insanların ruhundaki bu fıtri (yaratılıştan
gelen) eğilimlerin alabildiğince özgür ve rahat bir ortamda ifade edilmesi
gerekir. Sovyetler Birliği'nde oluşturulan ve ardından Çin'de, Doğu Bloku
Ülkelerinde, Hindiçini'ndeki veya Küba'daki komünist rejimlerde taklit edilen
komünist diktatörlükler, bu özgür ve rahat ortamı tamamen ortadan kaldırmış,
insanları daimi bir baskı altına alarak sanatı da öldürmüştür.
Ayrıca, komünizm insanları dinden uzaklaştırarak, sanata bir başka
darbe daha vurmuştur. Çünkü sanata ilham veren duyguların başında insanların
dinden aldıkları manevi şevk ve heyecan gelir. Tarihteki en büyük ressamlar,
heykeltıraşlar, mimarlar, hep dini konularda eserler vermişler, dini
inançlarından güç ve ilham almışlardır. İnsanları, ölümle birlikte yok olacak
birer madde veya bir hayvan türü olarak değil, Allah'ın ruh verdiği varlıklar
olarak gördükleri için, onlara güzellik sunma, Allah'ın sanatının tecellilerini
gösterme aşkı içinde olmuşlardır. Dinin ortadan kaldırıldığı bir toplumda
insanların bu şevki ve heyecanı yitirmeleri, manevi buhranlara kapılarak
amaçsızlaşmaları kaçınılmazdır. Komünist rejimlerin hepsinde bu olgu yaşanmış
ve dinsizliğin bir sonucu olarak, insanı
bir tür hayvan olarak görüp değer vermeme, ölümle birlikte yok olacağını
zannetmenin getirdiği karamsarlık, kasvet, donukluk ve amaçsızlık
toplumlara hakim olmuştur. Mao'nun Kızıl Çin'inde tüm topluma tek tip elbise
giydirilmesi, Kültür Devrimi sırasında evcil havyan beslemenin bile
yasaklanması, komünist tutuculuğun ve dar kafalılığın diğer bazı çarpıcı
örnekleridir. (Maoizm'i ve Kültür Devrimi'ni bir sonraki bölümde
inceleyeceğiz.)
0 yorum: