LENİN'İN KASITLI KITLIK POLİTİKASI
Lenin'in Kasıtlı Kıtlık Politikası
20.
yüzyıldaki komünist rejimlerin neredeyse ortak bir özelliği, halklarını büyük
açlıklara mahkum etmeleridir. Lenin zamanında tüm Rusya'da 5 milyon insanın
ölümüne neden olan bir kıtlık yaşanmıştır. Stalin zamanında, 1932-33 yılları
arasında bu felaket daha geniş çapta tekrarlanmış ve sadece Ukrayna'da tam 6
milyon insan kıtlık sonucunda açlıktan can çekişerek ölmüştür. İlerleyen
sayfalarda inceleyeceğimiz gibi, Mao'nun Kızıl Çini'nde ve Pol Pot'un
Kamboçyası'nda da milyonlarca insan kıtlık sonucunda ölmüştür.
Kıtlığın
ne olduğunu iyi düşünmek gerekir. Süpermarketlerin, fırınların, pastanelerin,
restoranların dört bir yanımızda yer aldığı günümüzde, kıtlık bizler için
yabancı bir kavramdır. Ve dolayısıyla kıtlık kavramını duyduğumuzda, bunu
çoğunlukla "bir süre aç kalmak" olarak anlarız. Oysa Rusya, Çin,
Kamboçya gibi örneklerde yaşanan kıtlık, aylar ve yıllar boyunca devam eden
daimi bir aç kalma halidir. Sadece kendi yetiştirdikleri ürünlerle (tahıl veya
pirinçle) beslenen köylülerin elinden tüm mahsulleri zorla toplanmıştır. Bunlar
alındıktan sonra geriye yiyecek hiçbir şey kalmaz. İnsanlar önce etraftan
topladıkları sebzeyi, meyveyi ve kesebilecekleri hayvanları bulup yerler.
Bunlar hemen tükenir. Sonra yapraklar, otlar, ağaç kabukları kaynatılmaya
başlanır. Haftalar geçtikçe bedenler zayıflar, incelir. İnsanlar sürekli açtır.
Bazı insanlar kedi, köpek yakalayıp yemeye başlarlar. Bu, başka canlılara,
böceklere kadar devam eder. Sonuçta acı içinde kıvranan insanlar birbiri ardına
ölmeye başlar. Ölüleri gömecek takati olan kimse yoktur. Ve en sonunda kıtlığın
en korkunç boyutu ortaya çıkar: Yamyamlık. İnsanlar önce ölüleri yemeye
başlarlar. Sonra birbirlerine saldırmaya, birbirlerinin çocuklarını kaçırıp,
kesip yemeye başlarlar. İnsanlıktan çıkar ve hayvanlaşırlar.
Zaten
komünist rejimin amacı da budur.
Bu
anlatılanlar, -inanılmaz görünse de- 20. yüzyıl içinde ilk olarak Lenin'in
önderliğindeki Bolşevik Rusya'da yaşanmıştır.
Bolşevikler
iktidara geldikten bir süre sonra, 1918 yılı içinde, Lenin tarafından alınan
bir kararla, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına yönelik bir politika
başladı. Bunun en önemli sonucu ise, köylülerin tarlalarının devletleştirilmesi
ve mahsullerinin ellerinden alınmasıydı. Bolşevik militanlar, Çeka polisleri,
Kızılordu birlikleri, Rusya'nın dört bir yanındaki köyleri basarak, zaten çok
zor koşullarda yaşayan köylülerin yegane besin kaynağı olan mahsulleri silah
zoruyla toplamaya başladılar. Her çiftçi için Bolşeviklere vermesi gereken bir
kota belirlenmişti, ancak bu kotayı tamamlayabilmek için çoğunun elindeki tüm
mahsulü vermesi gerekiyordu. Direnmek isteyen köylüler en vahşice yöntemlerle
susturuldu. Bazıları ellerindeki buğdayın hepsini kaptırmamak için mahsulün bir
kısmını gizli ambarlara saklıyordu. Ancak bu gibi davranışlar, Bolşeviklerce
"devrime ihanet" sayılıyor ve akıl almaz vahşetlerle
cezalandırılıyordu. 14 Şubat 1922'de inceleme yapmak üzere bölgeye giden bir
müfettiş, Omsk bölgesindeki uygulamaları şöyle anlatıyordu:
Zoralım
birliklerinin haksız uygulamaları akıl almaz boyutlara ulaştı. Tutuklanan köylüler sistematik biçimde
soğuk hangarlara kapatılıyor, kırbaçla dövülüyor ve ölümle tehdit ediliyor.
Teslim etmeleri gereken kotanın tamamını doldurmayanlar, elleri kolları
bağlanıp, çıplak bir şekilde köyün ana caddesi boyunca koşmaya zorlanıyor ve
sonra da soğuk bir hangara tıkılıyor. Çok
sayıda kadın bayılana kadar dövüldükten sonra çıplak olarak karda açılan
çukurlara konuluyor.23
Lenin,
köylüler için belirlediği kotanın doldurulamadığını gördükçe çılgına dönüyordu.
Sonunda, zoralımlara direnen bazı bölgelerdeki köylülere 1920 yılında korkunç
bir ceza verdi: Bu köylülerin sadece mahsulleri değil, aynı zamanda ellerindeki
tohumlar da toplanacaktı. Tohumların toplanması, köylülerin yeni mahsul
üretememeleri ve mutlak kıtlıkla ölmeleri anlamına geliyordu. Nitekim öyle
oldu. 1921 ve 22 yıllarında, Rusya sınırları içinde tam 29 milyon insan açlıkla
pençeleşti. Bunların 5 milyon tanesi de açlık sonucunda yaşamını yitirdi.
Kıtlık
dünya kamuoyu tarafından duyulduğunda, Batılı ülkeler bu felaketi
hafifletebilmek için yardım kampanyaları düzenlediler ve biraz olsun felaketi
hafiflettiler. Ama çok geç kalmışlardı; çünkü Bolşevikler, uyguladıkları tarım
politikasının felaketini gizlemek için kıtlıkla ilgili haberlerin yayılmasını
yasaklamış, böyle bir olayın varlığını da ısrarla inkar etmişlerdi. Richard
Pipes, A Coincise History Of The Russian
Revolution (Rus Devriminin Kısa Tarihi) adlı kitabında şöyle yazar:
1921
ilkbaharında köylüler açlık nedeniyle
ot, ağaç kabuğu ve kemirgenleri yiyorlardı. Yamyamlık olayları vardı. Kısa
sürede milyonlarca sefil insan yemek bulabilecekleri bir yere gitmek umuduyla
en yakın tren istasyonuna koşuyordu. Bu kişilerin nakli kabul edilmedi, çünkü Moskova 1921 Temmuzu'na kadar bir felaketin
varlığını inkar ediyordu. Hiçbir zaman gelmeyecek olan treni ya da onlar
için kaçınılmaz olan ölümü beklediler. Şehri ziyaret edenler hiçbir hayat
belirtisi görmeden gidiyorlardı, halk ya oradan gitmişti ya da evlerinde
hareket edemeyecek kadar güçsüz bir şekilde yatıyorlardı. Şehir sokaklarını
cesetler kirletiyordu.24
Peki bu
açlık politikasının hedefi neydi? Elbette Lenin, köylülerin mahsullerini
toplayarak Bolşevik rejimini ekonomik yönden güçlendirmek ve özel mülkiyeti
kaldırarak komünist rüyayı gerçekleştirmek peşindeydi. Ama insanları bile bile
kıtlığa sürüklemenin başka bir amacı daha vardı. Lenin, kıtlığın insan
psikolojisi üzerinde tahribat oluşturacağını biliyor, bu yolla insanların
Allah'a olan inançlarını yok etmeyi ve kiliseye karşı bir hareket başlatmayı
hedefliyordu. Komünizmin Kara Kitabı'nda
Lenin'in bu zalim düşüncesi şöyle anlatılır:
1890 yılında, genç avukat Vladimir Ulyanov-Lenin, 1891'de
açlıktan en çok etkilenen eyaletlerden birinin merkezi olan Samara'da ikamet
ediyordu. Yöre aydınının, yalnızca açlara toplumsal yardım çabalarına
katılmamakla kalmayıp, kesin biçimde böyle bir yardıma karşı olduğunu da
açıklayan tek temsilciydi. Arkadaşlarından birinin hatırladığına göre, "Vladimir İlyiç Ulyanov, açlığın birçok
olumlu yanları olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmiyordu. Düşüncesine
göre ortaya çıkacak sanayi proleteryası burjuva düzeninin kökünü kazıyacaktı. …
Geri kalmış köylü ekonomisi yıkılırken, açlık
bizi amacımıza yaklaştıracak ve kapitalizm sonrası aşama olan sosyalizme
ulaşılacaktı. Açlık, yalnızca çara değil, Tanrı'ya olan inancı da yok edecekti..."25
30
yıl sonra, Bolşevik hükümetin başı olan genç avukat, yine aynı düşüncedeydi: açlık, 'düşmanın başına ölümcül bir darbe
indirmeye' yarayabilir ve yaramalıydı. Bu düşman, Ortodoks kilisesiydi. 26
Lenin,
açlık yoluyla kitlelerin dine olan bağlılığını kıracağını, onları
tepkisizleştireceğini, böylece dini kurumlara karşı planladığı saldırıyı çok
daha kolay gerçekleştireceğini, 19 Mart 1922'de Politbüro üyelerine gönderdiği
bir mektupta şöyle anlatıyordu:
Gerçekten
de, şu anki durum onların değil, istisnai derecede bizim lehimize. Düşmanımızın
başına ölümcül bir darbe indirmek ve gelecek on yıllar bakımından bizim için
asli nitelikte olan mevzileri garanti altına almak için yüzde 99 şansımız var. Tüm bu aç insanın insan etiyle beslendiği,
yolların yüzlerce, binlerce cesetle dolu olduğu tam da şu an, ancak kilisenin
mallarına yaman, acımasız bir enerjiyle el koyabiliriz ve dolayısıyla da
koymalıyız. Şimdi, yalnızca şimdi, büyük köylü kitleleri bizi destekleyebilir
ya da bir avuç Kara Yüzlü ruhban ve gerici küçük burjuvaları destekleyemeyecek
durumda olur... Herşey göstermektedir ki başka bir zaman amacımıza ulaşamayız,
çünkü sadece açlıktan kaynaklanan
ümitsizlik, kitlelerde bize karşı hoşgörülü davranışlara yol açabilir veya
en azından bize karşı yansız olabilirler.27
Lenin
uyguladığı tüm bu zulümle birlikte, komünist vahşetin ilk büyük örneğini
sergiledi. Onu izleyen Stalin veya Mao gibi komünist diktatörler, başlattığı
vahşeti daha da büyüteceklerdi. Lenin'in sonu ise oldukça anlamlıydı. 1922
yılından itibaren giderek yoğunlaşan bir hastalık Lenin'i yavaş yavaş felç
etmeye başladı. 1923 yılının çoğunu tekerlekli sandalyede ve büyük acılar veren
baş ağrılarıyla boğuşarak geçirdi. Mart 1923'de bir tür kriz geçirdi ve bu
tarihten sonra düzgün konuşma yeteneğini yitirdi. Hayatının son aylarında,
Lenin'i görenler dehşete kapılıyorlardı; çünkü yüzü korkunç bir ifadeye
bürünmüştü ve yarı deli durumdaydı. 21 Ocak 1924'te bir beyin kanaması
sonucunda öldü.
Bolşevikler
Lenin'i mumyaladılar ve çok değerli saydıkları beynini özel bir koruma altına
aldılar. Moskova'daki Kızıl Meydan'da eski Yunan tapınaklarını andıran bir anıt
mezara konan cesedi, uzun kuyruklar oluşturan kalabalıklar tarafından ziyaret
edildi. Ziyaretçiler, cesede korkuyla bakıyorlardı.
Korkuları
ilerleyen yıllarda daha da artacaktı. Çünkü Lenin'in ardından Sovyetler Birliği
iktidarını ele geçiren Josef Stalin, Lenin'den bile daha zalim ve daha
sadistti. Kısa sürede modern tarihin en büyük "korku imparatorluğu"nu
kurdu.
0 yorum: