GERÇEK SOSYAL ADALET İSLAMDADIR
İslam inancına göre, insanlar arası ilişkileri düzenlemede en çok
üzerinde durulan kavram, hiç şüphesiz "adâlet" kavramıdır. Adâlet,
İslam medeniyetinde toplumsal hayatın esası ve mülkün temeli sayılmıştır.
Kur'an ve hadislerde, Allah'ın adâletle hükmetiği, adâleti emrettiği ve
adâletle davranmak gerektiğine dair çok sayıda ayet yer almaktadır.
Toplumda iyi bir hayat süren zengin ve sermaye sahibi insanların,
kazancının belli bir kısmını, gerek mallarının vergilerini ödeyerek ve gerekse
İslam’ın emrettiği zekât ve sadakalarını vermek suretiyle çevresindeki yoksul
kimselerle paylaşması, sosyal adalete katkı sağlayan erdemli bir davranıştır.
Hiç şüphesiz bu tavır, yardımlaşmanın ve dayanışmanın sadece bir türüdür. Böyle
bir davranış bile, toplumsal yaşantıda zengin ile fakir arasındaki dengenin
sağlanmasına yönelik adalet ilkesine riayeti gösteren dindarca bir tavırdır.
Dünya nimetlerinden daha az, ya da daha çok istifade eden insanlar
arasında sosyal adaletin kurulabilmesi için paylaşma erdemine şiddetle ihtiyaç
vardır. Böylesi toplumlarda daha az tabakalaşma olacak, daha az çatışma
yaşanacak ve daha huzurlu bir toplumsal yaşantı hüküm sürecektir.
Nitekim Hz. Peygamber Müslümanların birbirleriyle manen kardeş
olduklarını ve aralarındaki dayanışmanın çok kapsamlı olması gerektiğini şu
hadisinde ifade etmiştir: "Sen müminleri, birbirlerini sevmede,
birbirlerine merhamet etmede, birbirlerine şefkat göstermede tıpkı tek bir
vücut gibi görürsün; (yani) onun bir uzvu rahatsızlansa, diğer uzuvlar
uykusuzluk ve hararetle onun rahatsızlığına ortak olurlar."
Aynı şekilde Hz. Peygamber'e ilk vahiy geldiğinde, korkuya
kapılması üzerine, peygamberliğini ilk olarak tasdik eden eşi Hz. Hatice'nin
onu teselli için söylediği şu sözler de, onun muhtaçlarla yardımlaşma erdemine
ne denli önem verdiğine işaret eden güzel bir örnektir: "Bundan korkmana
gerek yok. Allah'a yemin olsun ki, O seni asla utandırmaz; çünkü sen
yakınlarına yardım eder, hayatını şerefinle kazanır, başkalarını doğru yola
sevk eder, yetimleri barındırır felakete uğrayanların yardımına koşar,
fakirlere iyilik eder ve herkese nezaketle davranırsın." Peygamberin
(a.s.) bu nitelikleri, onun peygamberlikten önceki yaşantısında bile toplumsal
hayatta iyiliklerin, güzelliklerin ve adaletin hâkim kılınıp, zulme mani
olunması için çalıştığı ve toplumun bütünleşmesi için yardımlaşma ilkesine
büyük özen gösterdiğine işaret etmektedir.
Toplumsal sorunların çözümüne bu denli önem veren Hz. Peygamber
(a.s.), Medine'deki "kardeşlik akdine (muâhât)"göre, Medine'nin
yerlileri olan Ensar ile dışarıdan Medine'ye gelen Muhâcir aileleri, birlikte
yaşayan iki kardeş aile gibi beraber çalışıp kazançlarını aralarında
bölüşecekler ve hatta birbirlerine mirasçı bile olacaklardı. İnsanlık
tarihinde benzeri görülmemiş böylesine önemli bir olay, ilk İslam toplumunda
gerçekleşmiş olması itibariyle, İslam tarihinde sosyal adâletin tesisi ve
toplumsal dayanışmanın sağlanması yolunda atılmış oldukça önemli bir adım olsa
gerektir. Yine "Medine Anayasası" olarak bilinen Müslüman ve
Yahudilerin katılımıyla yapılan bu Sözleşme'de deniliyor ki: "Yahudilerden
bize tâbi olanlar, zulme uğramayacaklar, düşmanlarına yardım edilmeyecek ve
böylelikle yardım ve eşitliğe hak kazanacaklardır. Bu ifadelerden anlaşıldığına
göre, Müslümanlar ve gayr-i müslimler birlikte bir toplum oluşturmuşlar ve
birbirlerine karşı yardımlaşma ve dayanışma ile yükümlü kılınmışlardı. Aynı
şekilde Hz. Peygamber (a.s.), gayr-i müslimlerle akdettiği bütün anlaşmalarda
da bu ilkeye sadakat gösterip adaletle hükmetmiş, haksızlık yapmamış,
zulmetmemiş, haddi aşmamış, gerektiğinde onlarla yardımlaşmış ve dayanışma
içerisinde olmuştur.
Görüldüğü gibi, İslam medeniyeti, toplumda
adaletin, iyiliklerin ve güzelliklerin hâkim kılınabilmesi için sadece
Müslümanlara değil, inançlı inançsız ayrımı yapmaksızın tüm insanlara adil
davranmayı öngörmüştür. Kur'-an'ın
birbirlerini kardeş olarak gördüğü müminlerin
gerektiğinde yardımlaşmaları ve dayanışmaları bir zorunluluktur. Bu İslam'ın
öngördüğü dindarlık anlayışının bir gereğidir. Dindar insan, hem bireysel
mutluluğu ve hem de toplumsal adaletin sağlanması için Allah'ın kendisine
verdiği imkânlardan, nimetlerden, kabiliyetinden, servetinden vs. başkalarını
da faydalandıran, bunları başkalarıyla paylaşan insandır. Bu maksatla yaptığı
eylemler, bir anlamda onun dindarlık düzeyini göstermektedir.
"Allah
size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel
öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir."
(Nisâ, 4/58)
0 yorum: