DOĞU BLOKU'NDA KIZIL TERÖR
Doğu Bloku'nda Kızıl Terör
Stalin
1953 yılında öldü. Lenin'in başlattığı ve Stalin'in genişleterek sürdürdüğü
terör, on milyonlarca insanı katletmiş, onlarca farklı halkı acı ve işkenceye
uğratmıştı. Komünizmin Kara Kitabı'nda
Lenin ve Stalin dönemindeki komünist vahşetlerin genel bilançosu ana hatlarıyla
şöyle verilir:
Yargılamadan hapsedilen on binlerce rehine ya da insanın
kurşuna dizilmesi ve 1918-1922 yılları arasında ayaklanan yüz binlerce işçi ve
köylünün katledilmesi;
5 milyon insanın ölümüne yol açan 1922 açlığı;
1920'de Don Kazakları'nın ortadan kaldırılması ve sürgüne
gönderilmesi;
1918-1930 yılları arasında on binlerce insanın toplama
kamplarında öldürülmesi;
1937-1938 yıllarındaki Büyük Temizlik sırasında 690 000'e
yakın insanın ortadan kaldırması;
1930-1932 yılları arasında 2 milyon "kulak"ın
(yada kulak oldukları iddia edilen kişilerin) sürgüne gönderilmesi;
1932-1933 yıllarında 6 milyon Ukraynalının kasıtlı olarak
yaratılan açlıktan kırılmasına seyirci kalınması;
Önce 1939-1941 yılları arasında, ardından da 1944-1945
yıllarında yüz binlerce Polonyalı, Ukraynalı, Baltıklı, Moldavyalı ve
Besarabyalının sürgüne gönderilmesi;
1941'de Volga Almanlarının sürgüne gönderilmesi;
1944'te Kırım Tatarlarının sürgüne gönderilmesi ve
çaresizliğe terk edilmeleri;
1944'te
İnguşların sürgüne gönderilmesi ve çaresizliğe terk edilmeleri.41
Stalin'in
ölümünden sonra Sovyet rejimi, kısıtlı da olsa bir yumuşama sürecine girdi.
Ancak Stalin döneminde kurulan "korku imparatorluğu", yine korku
üzerine kurulu olarak toplumu yönetmeye devam etti. Sovyetler Birliği'ne ve
genel olarak tüm komünist toplumlara hakim olan bu korku düzenini bir sonraki
bölümde daha detaylı olarak ele alacağız.
Sovyet
terörü, sadece kendi halkıyla sınırlı kalmadı. Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı
ile birlikte Doğu Avrupa'ya da yayıldı. Savaş bittiğinde Doğu Avrupa
ülkelerinin önemli bir bölümü Sovyet etki alanında kalmıştı. Moskova bir kaç
yıl içinde çeşitli siyasi komplolar ve manevralarla bu ülkelerin hepsini kendi
egemenliği altına aldı. Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya,
Bulgaristan, Arnavutluk, Doğu Almanya gibi Avrupa ülkeleri, Stalin'in kanlı
rejiminin pençesine düştüler.
Kızıl
vahşet, bu ülkelerdeki insanlara da adeta cehennem hayatı yaşatmaya başladı.
Rejim muhalifleri bir bir tutuklanmaya, işkence görmeye, idam edilmeye
başlandılar. Kısa sürede tüm toplumda korku ve dehşet hakim oldu. Komünist
rejimin düşüşünden sonra, 1990'lı yılların başında çevrilen bir Bulgar
belgeselinde, bir kadın 1944 sonbaharında başından geçen bir olayı şöyle
anlatıyordu:
Babamın
ilk tutuklanışından sonra, ertesi gün öğlene doğru eve bir polis geldi ve
anneme öğleden sonra saat 5'te 10 numaralı polis karakoluna gelmesini bildiren
bir celp verdi. Neden sonra annem giyindi-güzel bir kadındı ve çok iyi kalpli
bir insandı-ve çıktı. Biz üç çocuk onu bekledik, bekledik. Sabaha karşı yarımda
döndü, rengi kireç gibi bembeyaz, giysileri yırtık pırtıktı. Girer girmez de
sobanın yanına gitti, sobanın levhalarını kaldırdı, soyunmaya başladı ve
üzerinden çıkanların hepsini yaktı. Sonra banyo yaptı, ancak bundan sonradır ki
bizi kolları arasına aldı. Uyuduk. Ertesi gün ilk kez intihar girişiminde
bulundu, daha sonra da iki kere kendini zehirledi. Hala yaşıyor, onunla
ilgileniyorum… Akıl hastası. Ona yapılanları hiçbir zaman öğrenemedik.42
Tutuklananlara
yapılanlar, korkunç şeylerdi. Komünizmin
Kara Kitabı'nda, Romanya'daki komünist Nikolay Çavuşesku rejimi tarafından
başlatılan işkence uygulamaları hakkında şu bilgiler veriliyor:
Çekoslovakya'yla
birlikte Romanya da, Orta ve Güneydoğu Avrupa da baskı sistemine yenilikler
kattı: Asyalı komünistler tarafından kullanılan, "beyin yıkama" yoluyla "yeniden eğitim" yöntemini
büyük bir ihtimalle Avrupa kıtasında ilk uygulayan ülke oldu; hatta bu yöntemi
daha da mükemmelleştirdi. Girişimin şeytani amacı mahkumların birbirine işkence yapmasını sağlamaktı. Bu icat,
1930'lu yıllarda Bükreş'e yüz kilometrelik bir mesafede kurulmuş olan görece
modern bir cezaevi olan Pipeşti'de uygulandı. Konuya ilişkin deneyler, Aralık
1949'da başladı ve üç yıl kadar sürdü... Amaç, bedensel ve manevi işkence ile, komünist öğretinin öğretilmesini
birleştirerek, siyasi tutukluları yeniden eğitmekti. 43
Bu
işkencelerde özellikle tutukluların dini inancını yok etmek hedefleniyordu.
Yapılan canice işkence sonucunda, tutuklulardan Allah'ın varlığını inkar
etmeleri isteniyordu:
Rumen siyasi polisi Securitate sorgulamalar sırasında dayak
atma, falaka ve baş aşağı ayaklarından asma gibi 'klasik' işkence yöntemlerini
kullandı. Piteşti'de işkencedeki acımasızlık, bu yöntemlerin çok daha ötesine
geçti: 'Mümkün olan ve olmayan her türlü işkence biçimi uygulandı. Vücutların
değişik bölgelerinde sigara yanıkları vardı; mahkumların kalçalarındaki dokular ölmüştü, etleri cüzzamlılarınki gibi
dökülüyordu; dışkı yemeye zorlanıyor, kustukları zaman da kusmukları tekrar
ağızlarına sokuluyordu.
Turcanu'nun şeytani hayal gücü,
özellikle Tanrı'yı inkar etmeyi kabullenmeyen din okulu öğrencilerini hedef
alıyordu.
Bazıları, her sabah şu şekilde 'vaftiz' ediliyordu: kafaları idrar ve dışkı
dolu bir oturağa sokulurken, diğer mahkumlar da etraflarında ilahi söylüyordu.
Kurban boğulmasın diye arada sırada başı dışarı çıkarılıyor ve kısaca nefes
almasına izin verildikten sonra tekrar oturağa sokuluyordu.
Birinci
aşamanın adı "dış maskeyi çıkarmak"tı: mahkum soruşturmada sakladığı
bilgiyi, özellikle özgürlük günlerinde arkadaşlarıyla arasındaki bağları itiraf
ederek, dürüstlüğünü ispat etmeliydi. İkinci aşama olan "iç maskeyi
çıkarma" ise, mahkumun hapishanede kendine yardım edenlerin açıklamasıyla
sürüyordu. Üçüncü aşama, "ahlaki maskeyi çıkarma" sırasında, mahkumdan bugüne kadar kutsal saydığı
herşeye küfretmesi isteniyordu. Son olarak dördüncü aşamada, ODCC'ye
katılmak için, en iyi arkadaşına kendi
elleriyle işkence ederek onu "yeniden eğitmesi" gerekiyordu.44
Bu gibi
işkenceler Doğu Bloku'ndaki tüm ülkelerde uygulandı. Komünizmin gözü dönmüş
caniliği ve dine olan azgın nefreti, tarihin en korkunç işkence rejimlerini
ortaya çıkardı. İnsanları birer hayvan olarak gören, bu sözde
"hayvanların" yola getirilmesi için daimi bir şiddet, işkence ve
korkunun gerekli olduğunu kabul eden Darwinist-materyalist felsefe, komünist
rejimlerin zindanlarında feci işkencelere dönüştü.
İşte bu
sebeplerle Darwinizm'i bir tehlike olarak görmeyenler ya da zararsız bir teori
gibi düşünenler bu kitapta yazılanları çok iyi okumalıdır. Çünkü
Darwinist-komünist ideolojinin nihai hedefi budur: İnsanları birbirine
kırdırmak ve yok etmek, onları her türlü ahlaki değerden ve manevi
güzelliklerden uzaklaştırarak hayvanlaştırmak ve bu yolla insan topluluklarını
rahatça yönlendirilebilen "hayvan sürülerine" çevirmek... Bunu hangi
ideoloji adı altında yaparlarsa yapsınlar hedef tektir. Tarih de buna şahitlik
etmektedir.
0 yorum: